Gezi

Amsterdam Gezisi! Gezdiğim & Gördüğüm Yerler

Herkese kucak dolusu selamlar! Umarım keyfiniz yerindedir. Şu an benim gayet yerinde olduğunu söyleyebilirim çünkü bu yazıyı yazmak için oturunca nedense içimin kıpır kıpır olduğunu hissettim. Aslında aklımda böyle bir blog yazısı yoktu. Çünkü seyahatime çıkarken gördüğüm, gezdiğim yerleri blogumda da paylaşırım kafasında değildim. Ancak düşündüm ki neredeyse yaptığım her şeyi telefonuma kaydetmişken ve hazır hepsi aklımdayken niçin böyle bir yazı paylaşmayayım? Hem belki gezmek isteyenler için faydalı ve ilham verici olur. O zaman keyifli okumalar!

Öncelikle bu yazının bir seri halinde olacağını da söylemek istiyorum. Çünkü rotamı sadece Amsterdam’a değil, küçük çaplı bir Avrupa seyahati olarak belirlemiştim. Gezdiğim şehirler sırasıyla Amsterdam, Paris, Milano ve Prag oldu. İlk durak Amsterdam oluğu için açılışı da haliyle bu yazı ile yapıyorum. ❤️

Neden ilk durak Amsterdam?

Daha önceki yazılarımda bahsetmediğim için kısaca eklemek istiyorum. Halihazırda Almanya’da Erasmus öğrencisiyim. (Bu süreç ile de alakalı yazmayı düşünüyorum. Bahsetmemi istediğiniz ya da merak ettikleriniz varsa yorumlar kısmına düşüncelerinizi bırakabilirsiniz, okuyor olacağım.)

Hazır Erasmus yapıyorken ve ulusal vizeye sahipken yapılacak en mantıklı şeylerden birisi kesinlikle Avrupa’yı keşfetmek. O vizeyi almak için ne kadar uğraşıp aylarca beklediğimi çok iyi hatırlıyorum. Cefa olmadan sefa olmuyormuş, bir kere daha anladım. Neyse, özlü sözleri geçiyorum şimdilik. 😀

Almanya’da yaşadığım şehir Lüneburg. Gerçekten mimarisini, sakinliğini çok sevdiğim küçük bir yer. Ayrıca Hamburg’a çok yakın ve derslerimin neredeyse hepsi Hamburg’da işleniyor. Bu yazının konusu ile alakası olmadığı için çok detaya girmeyeceğim ancak ilk rotanın Amsterdam olması Hamburg’a olan yakınlığı diyebilirim. Ee haliyle bilet fiyatları da buna göre değişiyor. Tabii tek etken bu değil. Bileti aldığınız zaman da çok önemli. Biz derslerimiz başlamadan gezmek istediğimiz ve zamanımız kısıtlı olduğu olduğu için biletleri birkaç gün öncesinden alabildik. Yine de uygun biletleri kovalamaya çalıştık ve bence bu konuda iyi iş çıkardığımızı da düşünüyorum. Bu arada yolculukta bana eşlik eden arkadaşım benimle aynı okulda Erasmus yapan Harun. İkimiz de aynı bölümde okuyoruz ve hem tanışıklığımız hem de gitmek istediğimiz yerler aynı olduğu için birbirimize arkadaş olduk. Bence çok da keyifli oldu! Bileti ise Avrupa’da oldukça yaygın ve sık kullanılan Flixbus’tan aldık. Türkiye’nin Kamil Koç’u gibi düşünebilirsiniz. Hatta sanırım işbirlikleri de var. Sadece eksikliğini hissettiğim şeylerden birisi bizdeki hizmet anlayışı. Yani insan otobüsteyken bi’ kahve, su, atıştırmalık bir şeyler ikram edilsin istiyor. 😅 Neyse yapacak bir şey yok, o kadarını da görmezden geleceğiz.

Hamburg-Amsterdam arası yolculuk 6 saat. İzmir’de okuyan Berna’nın memleketi Fethiye’ye otobüs ile 5-6 saatte gittiğini düşünürsek gerçekten bu rotanın mantıklı bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Sonuçta birisinde hemen hemen aynı saate şehir diğerinde ise ülke değiştiriyorsun. Yani kısacası bu yüzden yola çıkış noktası burası oldu.

Yolculuk Süreci

Evet, biletleri aldık. Hatta tam tarih vermek gerekirse 3 Ekim akşamı aldık ve 5’inde yola çıktık. Yaklaşık on gün, dört şehir sürecek bir yolculuk için valiz hazırlıklarına ise yola çıkacağım günün sabahından başladım. Buraya gelirken bir büyük bir de orta boy valiz ile gelmiştim. Aslında ilk başta orta boy valizime rahatça sığarım diye düşünüyordum. Ancak onun üzerine el çantası almak gibi bana yolculuk boyu yük olacak bir hata yaptım. 😅 Tabii bir de sırtımdaki çantayı es geçmeyelim.

Otobüsün kalkış saati gece 1.10 idi. İlk yolculuğumuz olacağı ve Hamburg’u henüz çok iyi bilmediğimiz için epey erkenden çıktık. Hatta Hamburg’taki bineceğimiz tren bile ilk başta karışık gelince diğer şehirleri nasıl gezeceğiz diye bi’ düşündük. 😀 Ama hiç de öyle olmadı. Gayet güzel bi’ şekilde her şeyi hallettik. Yolculuk öncesi karnımızı doyuralım diye tren istasyonundaki McDonald’s’dan bir şeyler söyledik. Aynı zamanda tren istasyonu otobüslerin kalkacağı yere de çok yakın olduğu için orada bekledik. Beklerken artık gece vakti olduğu için midir bilenmez ama bir sürü dilenci ile karşılaştık. Çok üzücü ama cidden Hamburg’da epey görüyoruz. Saat epey ilerlediği için yavaştan otogara geçelim dedik. Şansımıza orada da McCafe varmış. Hem bir kahve içeriz hem de lavaboyu kullanırız bahanesi ile oturduk. Burada bizim ülkemizde farklı olan bir diğer şey ise neredeyse tüm tuvaletlerin ücretli olması. Mecbur altı saatlik bir yol öncesi rahat etmek adına 50 cent verip kullanayım dedim. Keşke kullanmasaydım. Temizlik açısından hiçbir sıkıntı yoktu açıkçası. Ancak problem yine girdiğim tuvalette para dilenen birisinin olmasıydı. Tuvaletlerden birisininin içinden konuşuyordu ve diğer insanlar da çok rahatsız olmuştu. Ben de nedense gereksiz yere gerildim sanırım ve kullanamadan çıktım. Yani o zamanki kur ile kullanmadığım tuvalete 9 lira vermiş oldum. 😀 Bu da böyle tuhaf bir olaydı.

Dışarıda otobüsün gelmesini beklemeye devam ettik. Saat 1.10 civarında otobüs otogara giriş yaptı ve yolculuk başladı.

O zaman sabah Amsterdam’da görüşürüz! 👋🏻 🇳🇱

Amsterdam’dan Herkese Günaydın!

Yolculuk gayet rahat geçmişti. Sabah 8 civarlarında vardık. İndikten sonraki ilk iş valizlerimizi teslim edecek bir yer oldu. Çünkü Amsterdam için konaklama ihtiyacını gece Paris’e giderken karşılaşırız diye planlamıştık. Bence gayet mantıklı da oldu.

Valizleri teslim edebilmek için daha öncesinden internette araştırma yapmıştık. Hemen otogarın orada Lockerpoint Luggage Storage Amsterdam Centraal adında bir yer bulduk. İlk başta gözümüze gayet kullanışlı göründü. Ancak Harun’un büyük boy valizini hiçbir dolaba sığdıramayınca planlar değişti. Benim ise orta boy valizim ve el çantam rahatça sığmıştı ama sırt çantam için ayrı bir dolap satın almam gerekiyordu. O nedenle bir diğer valiz teslim noktası bulana kadar kendimize yük yapmayalım diye eşyaların bir kısmını orada bıraktık. Daha sonrasında sorup soruşturup “Central Station” dedikleri yerde Luggage Storage Amsterdam Centraal Station diye geçen başka bir teslim alanı bulduk.

Otogarın olduğu yerin hemen yanından metrolar kalktığı için epey şanslı hissettik. Yanlış hatırlamıyorsak günübirlik tüm toplu taşıma araçlarına binebileceğimiz bir bilet aldık ve 5 euro civarında bir fiyatı vardı. Tek seferlik bir biniş bile 3 euro kadar olunca bunu almayı çok daha mantıklı bulduk. Bu durum epey işimize de yaradı çünkü gerek metro gerekse tramvaylardan epey faydalandık. Ee napalım, süremiz kısıtlıydı her yere onlarla vardık. 😀 Bu yüzden özellikle Amsterdam’ın şehir içindeki ulaşımını epey beğendiğimizi söylemek istiyorum.

Şehir merkezine varınca ne yaptık mı dersiniz?

Starbucks’a gittik. (Bu önümüzdeki gezi yazılarının devamı için de bir spoiler olsun.)

Hatta Starbucks’a girmeden bi’ bank bulup yolculuğa çıkmadan önce Edeka’dan (Almanya’da bir market zinciri) aldığımız sandviçler ile karnımızı doyurduk. (Ee, ekonomik olmak lazım. Tabii sonrasında kahveye sandvicin iki katını verince bu dediğim saçma oluyor ama herkesin bir zaafı vardır arkadaşlar haha 😀 )

Kahveleri içtikten sonra kalktık ve hemen yakınlardaki hediyelik eşyacılara bakındık. Çünkü gittiğim yerlerden magnet alma planlarım vardı ve bu yüzden bi’ göz atalım dedik.

Bu da Amsterdam’dan güzel bir hatıra olarak kalan magnetim. Bence en güzelini seçtim!

Daha sonrasında tramvaya bindik ve yola koyulduk. Hedefimiz Van Gogh Müzesi’ne gitmekti. Açıkçası Amsterdam’da en çok merak ettiğim yerlerden birisi bu müzeydi. Bilenler bilir, Van Gogh çok sevdiğim bir sanatçı. Hatta ilk blog yazımı da onun hakkında yazmıştım. Daha sonra buradan okuyabilirsiniz.

Gitmeden önce rahatça bilet bulabileceğimizi düşünmüştük ama yanılmışız. Ne yazık ki anca üç gün sonrasına bilet bulabiliyorduk. Bu nedenle sadece dışarıdan bakabildik. Müzenin yakınında, çok güzel bi’ müzik aleti çalan bir sokak sanatçısı hatırlıyorum. Biz de onu dinledik.

Van Gogh Müzesi’nin içine giremeyince biz de tıpış tıpış tramvayımızla geri döndük. 😀 Epey popüler olan Dam Meydanı’na gittik ve turistik o fotoğrafımızı çekildik.

Buradaki turistik görevlerimizi de gerçekleştirdikten sonra acıktığımızı fark ettik ve nereye oturabiliriz diye düşünmeye başladık. Yerel lezzetleri olan bir yere oturmak mantıklı olabilirdi ama Simit Sarayı’na oturmakta karar kıldık. 😀 Çünkü zaten günübirlik kalacağımız bi’ yerde zaman kaybetmemek adına tanıdık gelen ilk neresi varsa oraya koştuk gibi oldu. Belki daha iyi bi’ planlama ile kafe ve restoranlar öncesinden araştırılabilirdi ama ilk seyahatimiz olduğu için göz ardı edilebilir.

Yemekten sonra Harun’un da önerisi ile Madame Tussauds Müzesine gittik. Hatta biletleri alırken tekne turu + müzenin bir arada olduğu bir bileti aldık. Çünkü Amsterdam’a gelmişken tekne turu yapmasak olmazdı. Tekne turu için akşamüstünü seçtiğimiz için öncelikle müzeyi dolaştık.

Van Gogh Müzesi’ne giremeyip Madame Tussauds Müzesi’nde bu köşeyi görmek güzel hissetirdi. 😀 Telefonumda o kadar çok fotoğraf var ki hangisi birini ekleyeceğimi seçemiyorum. O yüzden müzeden zar zor seçtiğim birkaç fotoğrafımı bırakıyorum.

Müzeden çıktıktan sonra ise Amsterdam’ın meşhur peynirlerinden denemek için Cheese Company adında bir dükkana girdik. Daha önce hiç görmediğim tarzda farklı peynirler vardı. Dürüst olmak gerekirse yediğim peynirler arasından en fazla iki ya da üç peynir için tadı güzel demişimdir. Damak tadım alışık olmadığı için belki de öyle geldi, bilmiyorum.

Buradan çıktıktan sonra ne yaptık mı dersiniz? Starbucks’a gittik. 😀 Ama bu sefer bir şey almadık çünkü sadece telefonlarımızı şarj etmeye ihtiyacımız vardı. Yanımda oturan ve ders çalışan bir çocuk üstüme yanlışlıkla kahvesini döktü. Çocuk strese girmesin diye baya bi teselli etme uğraşına girdim. Olur öyle arada, ben de daha önce yanlışlıkla arkadaşıma aynısını istemeden yapmıştım vs diye konuştum. Sonrasında diğer yanımızda oturan adam ise konuştuğumuz dil yabancı olunca nerelisiniz diye sordu. Türkiye’den geliyoruz deyince de bizim ülkenin cumhurbaşkanını sevip sevmediğimizi sordu. Biz de bunun üzerine konuştuk biraz. Öyle, değişik bir ortamdı.

Bu da yolda yürürken çektiğim bir fotoğraf.

Tekne turumuzun saatini beklerken Heineken’e oturduk. Harun kendine bir şeyler söyledi. Burası epey popüler bir yermiş.

Hava çok güzel olduğu için dışarıya oturduk. Zaten bana kalırsa seyahate ekim ayında çıkmak çok mantıklı bir karardı. Karın kışın etkisi olmadan rahatça dolaşabildik.

Saat yavaş yavaş tekne turumuzun başlayacağı zamana geldi. İyi ki bileti akşamüstüne almışız diye düşünüyorum çünkü Amsterdam’ın ışıklandırmaları ile birlikte harika bir görüntü oluştu. Tekne turu yapılırken bir yandan bize verilen kulaklıklar ile de Amsterdam ile ilgili geçtiğimiz, gördüğümüz yerler hakkında bilgi edindik.

Çok güzeldi. ❤️

Turdan sonra hava iyice kararmıştı ve Red Light District dedikleri sokağı gezmek istedik. Otogara geri dönmemize az kaldığı için yeterince dolaşamadık. Çok da aşırı gezmeyi istediğim bir yer değildi zaten. 😀

Otogara dönmeden bir şeyler yiyelim bari dedik ve yolda yürürken daha önce de Instagram’dan gördüğüm ve denemek istediğim hamburger otomatına denk geldik. Bildiğiniz, hamburgerler ve diğer yiyecekler için bir otomat var ve bu yiyecekler satın alan olmasa dahi yarım saatte bir değiştiriliyor. Hem denemek istediğim hem de pratik olacağını düşündüğümüz için burada biraz atıştırdık.

Ben tavuk burger ve yanına da patates kızartması almıştım. İyi ki almışım çünkü tek başına hamburgerin çok doyuracağını düşünmüyorum. Bence biraz küçük. Karnımız da doyduktan sonra valizlerimizi teslim almaya gittik. Oradan da direkt metroya bindik. Metrodayken telefonda yüksek sesle arkadaşına bi’ şeyler anlatan o kızın sesi bile şu an tahammül edilebilir geliyor.

Otogara vardık ancak otobüs saatine kadar beklememiz gerekiyordu. Biz de o sırada metronun içindeki marketlerden yanımıza su vs aldık. Sonrasında Paris’e kalkacak olan otobüsümüzün geleceği yeri bulmaya çalışırken Türkçe konuştuğumuz için “Türk müsünüz?” diye bir ses duyduk ve o sayede çok sevgili Enes Abi ile tanışmış olduk. Gerçekten bu yolculuğun kattığı güzel şeylerden birisi de tanıdığımız insanlar oldu. Enes Abi de bizimle birlikte Paris’e gidiyormuş. Kendisinin İspanya’nın Barselona şehrinde tarih bölümü üzerine çalışmalarını yürüttüğünü ve aynı bizim gibi İzmirli olduğunu ve hatta Harun ile oturdukları yerlerin bile yakın olduğunu öğrendik. Tabii ben Fethiyeliyim ama İzmir’de okuyorum, bir yanım İzmir.

Otobüsü beklerken çok güzel muhabbet döndü, erken gelip beklediğimiz için hiç sıkılmadık. Otobüste de arka arkaya oturmayı denk getirdik. Yine sohbete devam ettik ancak sabaha dinç uyanabilmek için uyumayı da ihmal etmedik. Yani en azından uyumaya çalıştık diyelim. Böylece gitmeyi çok istediğim o şehre, Paris’e doğru yolculuğumuz başlamış oldu.

Amsterdam’ı da epey sevdim. Belki daha fazla kalabilirdik ama planladığımız o bir günü de dolu dolu geçirdik. Geriye güzel hatırlayacağım hatıralar kaldı.

O zaman ‘tot ziens’! Felemenkçe’de görüşürüz demekmiş.

Bir sonraki gezi yazısında, Paris’te tekrardan buluşmak üzere.

O zamana kadar kendinize çok iyi bakın!

Bunları da okumalısın!

15 Yorumlar

  1. Yurtdışına çıkma hayallerimi tanıdığım birinin yaşamasını görmek çok keyifli. Bir gün eşimle birlikte yurt dışına çıktığımı hayal ediyorum artık. Dünya turu misalinde 🙂 Kendisiyle ara sıra bu tarz diyaloglarımız oluyor. Henüz nikahlı eşim değil ama ruh eşim ve gelecekteki eşim. Bu yazı bana ilk durak konusunda ilham oldu, tabii daha diğerlerini görmedik fikrim her an değişebilir 🙂 Aynı zamanda bir yazar olarak gezi yazılarımı nasıl yazmam gerektiğini kopya çekebileceğim bir yazı oldu. Düşünüp duruyordum ben de 🙂 Gönlüne göre gezmeler, devamını heyecanla bekliyorum!

    1. Ne kadar güzel olur bu! Aynı istek ve hedefte buluşabiliyor olmanız da çok değerli. Beraber yeni yerler keşfettiğiniz, gezdiğiniz yerlerin yazısını bir an önce okumayı iple çekiyorum. Çok sevgiler! 🙂

    1. Çok teşekkürler!

  2. Sayende bizde gezmiş kadar olduk. Gezdiğin yerlerin sayısının artması dileğiyle.

    1. Çok teşekkür ederim güzel dilekleriniz için. 🙂

  3. Merhaba! Yolculuğunuzun keyifli geçmesine sevindim. Amsterdam, Paris, Milano ve Prag gibi harika şehirlerde geçecek olan serüveninizi merakla takip edeceğim.

  4. Keyifle okudum.

    1. Çok teşekkür ederim.

  5. Gezi boyunca deneyimlediğiniz Amsterdam lezzetleri ve yerel tatlar hakkında biraz daha detay verebilir misiniz? En çok hangi yiyecek veya içeceği beğendiniz?

    1. Merhaba, yorumunuz için çok teşekkür ederim. Amsterdam’ı sadece bir gün kadar dolaşabildiğimiz için çok fazla yemek-içecek deneyimimiz olmadı ne yazık ki. Farklı bir konsept olarak hamburger otomatlarını denemenizi önerebilirim. Aynı zamanda Amsterdam Cheese Company’de peynirlerin tadımlarını yapabilisiniz, çok fazla çeşit vardı gerçekten.

  6. Amsterdam o kadar güzel bir şehirki bu güzel yazınız için teşekkürler.

    1. Kesinlikle görülmesi gereken bir şehir, çok teşekkürler!

  7. yaa bende çok istiyorum ama bir türlü işlerimden fırsat bulup ta gidemedim 🙁

    1. O zaman kısa zamanda gezip görmeniz dileğiyle! 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir