Güneş;elini ayağını yavaşça çekmeye başlamış,morla karışmış turunculuğunun yerini, yıldızlarla kuşatılmış, lacivertimsi bir gökyüzüne bırakmıştı. Sokak sessizdi. Kimseler yoktu. Gür ağaçların kollarından dökülen yapraklar yeri yumuşak bir örtü gibi örtüyordu. Sokak lambaları loş ve anlamsızca göz kırpıyor, süzüle süzüle esen rüzgar yanağımı yalıyor, sonra da saçlarımın arasından kaybolup gidiyordu. Aklımda dolaşan düşünceler de bu rüzgar gibiydi. Bir saniye içinde zihnimde beliriveriyor, ruhumu ürpertiyordu. Ama orada fazla yer edinmiyor,kanatlarını açmış uçmaya hazır kuşlar gibi semanın boşluğunda süzülmeyi bekliyordu.
Yıldızlar parlaklığını iyice belli etmeye başlamıştı. Ben ise uçsuz bucaksız mehtabı karşıma almış, soruyordum kendime: Gerçek yaşam nedir, nerededir? Ona ulaşabilir miyiz? Ya yaşadıklarımız gerçek değil de sadece kurguysa? Öbür hayata kıyasla bu sonlu yaşam bir saniye gibi bir şeyse neden bu acılar, kibirler, bencillik ve sefaletler… Kendimizi üzmenin veya üstün görmenin ne anlamı var? Şu gökyüzünün bile sonunun olduğunu bilen insan evladı kendi sonunu görmekten aciz değil midir?
Bizler ölü doğan insanlarız aslında. Çünkü sorgulamayı öğrenemedik, yaşamın gayesini kavrayamadık. Mutluluğu uzak yerlerde aradık. Bazen güzel bir kitabın sayfalarında olacağını bilemedik, düşünemedik. Kördür bizim gözlerimiz, görmemiz gerekeni göremedik.
Tüm bu sorgulamalar beynimden,gecenin sessizliğine akarken uzaktan bir kuş kanatlarını sonsuzluğa açmış bekliyordu. Ay daha parlak, yıldızlar daha yakındı. Düşüncelerimi de kanatlarıyla başka diyarlara sürükleyen bu kuş mehtabın altında, gecenin karanlığında kayboldu.
Kanatlarına alır mıydı ki beni?
kalemine sağlık
Çok sağol teyze 🙂
Ne kadar güzel yazmışsın…😍💕
Teşekkürler Funda abla 🙂
Keyifli bir okumaydı, teşekkürler…
Ben teşekkür ederim. 🙂
tebrikler güzel yazı
teşekkürler!